27 Kasım 2008 Perşembe

Kubbe-i Hadra - Arif Nihat Asya

Kimi, boşlukta sızar asude;
Kimi, bekler gecelerden seheri..
Farkı yoktur gecenin gündüzden,
Ne çıkar yanmasa ufkun feneri
Tunç taslarda içerler kaderi
Bu ecel şerbetinin bekrileri.
Kim bilir, belki giden yolcuların
Bu sefer son seferi
Sisli gözlerde cihetler silinir,
Kimsenin kimseden olmaz haberi
Ne semavatı görürler, ne yeri
Bu ecel şerbetinin bekrileri.
İçlerinden biri vardır ki aba
Bilerek sırtına çekmiş kederi
Yolda lakin onu dimdik yürütür
Belde imanının altın kemeri
Gecenin, gölgelerin şaheseri
Bu ecel şerbetinin bekrileri.
Seslenir da’veti bir meçhulün;
Bir nida der: İleri!
Ki nihayet bir ilahi gecenin
Kapısından süzülürler içeri
Ve aşarlar o karanlık kemeri
Bu ecel şerbetinin bekrileri.


Yazan : Arif Nihat Asya

Tecdid-i İzdivaç (Evliliği Yenileme) - Tevfik Fikret

Evlendiler, seviştiler amma muvakkaten;
Sevda sükuuta başladı beş hafta geçmeden.
Evlendiler, niçin? Bunu bir kız nasıl bilir?
Evlenmesiyle maderi olmuştu müftehir;
Zevcin de verdi neş'e düğün akrabasına,
Lakin dokundu kendi hayal ü havasına.
Tahdid idi, onun nazarında, hayatını
Bir şahsa hasrediş emel ü irtibatını...
Evlendiler, seviştiler amma muvakkaten.
Sevda sükuuta başladı beş hafta geçmeden.

Endişeden gönülleri hali değildi hiç;
Olmuştu bir şita bu gönüllerde mündemiç.
Bigane bir kadınla bir erkekti hanede;
Dargın bir ihtiram idi cari meyanede;
Ba'zan ısındırırsa da nevvare-i heves
- Benzer mi aşk-ı halise bir şevk-ı muktebes? -
Olmazdı müntefi o bürudet bütün bütün;
Gittikçe ya da gelmemeye başladı düğün.
Bir şeb getirdi hatime bezm-i muhabbete,
Çıktı sabahı tıfl-ı muhabbet seyahate...

Birkaç zaman da öyle güzar etti günleri
Dönmüştü bir mezara evin gerçek her yeri,
Bir yolcunun kudumu idi orda muntazar
Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar!
Kaç hafta geçti bilmiyorum, bir seher yine
Gösterdi zevce oğlunu, hiddetli zevcine:
"Bak yavrumuz!" O dem kadının doldu gözleri;
Zevcin de hande-riz-i gurur oldu gözleri
Pişinde ettiler beşiğin, gark-ı ibtihac
Bir buse-i medid ile tecdid-i izdivaç.


Yazan : Tevfik Fikret

20 Kasım 2008 Perşembe

O Ve Ben

Sana kosuyorum bir vapur icinde
Olmemek,delirmemek icin...
Yasamak;butun adetlerden uzak
Yasamak...
Hayır değil,değil sıcak
Dudaklarının hatırası
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil,
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem
Eli elimin içinde olmalı,
Gözlerine bakmalıyım
Sesini isitmeliyim
Beraber yemek yemeliyiz,
Ara sıra gülmeliyiz
Yapamam,onsuz edemem.
Bana su, bana ekmek, bana zehir;
Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.


Yazan : Sait Faik Abasıyanık

Otuz Beş Yaş - Cahit Sıtkı Tarancı

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylesin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.


Yazan : Cahit Sıtkı Tarancı

Alaturka - Melih Cevdet Anday

Çık benim şair tabiatım, çık orta yere
Fakir güzelinden söyle
Hasret ateşinden çal
Çal, söyle benim derdimi sevdalı sesinle.
Hep bilinen şarkılar gibi olsun
Hani, dil-i biçareden
Sun da içsin yar elinden
Yani bilinen şarkılardan olsun.
Yeni sözler arama nafile
Derdim yeni olsa anlarım
Gel, hazırından söyle bu akşam
Üzme yetişir, üzme firakınla harabım.
Sonunda ah çekeriz derinden
Kim anlayacak sahiden olduğunu
Sen söyle yalnız
Zülfündedir baht-ı siyahım bestesini
Dede’den.


Yazan : Melih Cevdet Anday

Hepyek Üzerine Düşünceler - Fazıl Hüsnü Dağlarca

Bir dev şehveti parlar,
Talihi ta içerden kemiren güvede .
Sararır parmaklarımız bir ışık azalmasından,
Gelir bütün ihtimallere karşı,
Kahvede.

Hiç umulmadığı vakit, gaipten,
Ki duyulur ağrıyan bir yerde, bir ses
Gözlerin sabırla büyüdüğü anda,
Civar civar,
Ölülerin ellerine lâdes.

Bir oyun, kahbelerin yumuşaklığında,
Düğümler içinde düğüm.
Duyulur, yitmiş hayvanın sıcaklığıyla çağırdığı
İnsan bilincinin dışında, sebepsiz, korkunç
Atomlar kadar küçüldüğüm.
Açılır, bismillâh demeden,
Ormanlar karanlığındaki çılgınlâle.
Çalışmanız bir koku gibi yok olur,
83 kilosunuz, 31 yaşındasınız,
Cinlerin terazisi almaz kaale.

Hepyek beyaz yarasalar uçar odalarda,
Garip rastlantılarla gündüzünden.
Aksilik, meyvalarında olgun ve kırmızı,
Senin uğruna salıncaktaki çocuk ağlar,
Evdeki kadın aç, senin yüzünden.

Karşındakine bir başka değer verir
Uzaktan gelen gölgeler bunca.
Nasıl anlamazalın, esrarlı öpüşünü düz, soğuk
Gönül nasıl ürpermez,
İnsanlardan sonrasını bulunca.

Hiçbir zaman kalbe bir yakınlıkla durmaz,
Gelmiş ve gelecek ruhların işi
Kaderle, bir ipek, ipliği düşünden,
Dallarda ve sıcak havada,
Ecelin eğilişi.

Olur yaz, kış, sonbahar, ilkbahar,
Nefis, olmaz.
Bütün olaylarında namussuz şehirlerin,
Düşer, daha kötüye düşer, daha iğrence düşer,
Yaşamak pis olmaz.

Uykusuz geceleri eski memleketlerin,
Susamış hastalara su gerek.
Bekliyorum dönüşünü toprağın bir taş kadar,
Bir fincanın bilinmezle işlenmiş kıyısında,
Çini maçini severek.

Sağ ağarırmış, yüz buruşurmuş,
N'apacak güzelim, saç ve yüz, güzele?
Bir aşk ve oyun masasındayım,
Önümde siyah - beyaz bir düzlük,
Gele atıyorum, gele.


Yazan : Fazıl Hüsnü Dağlarca

19 Kasım 2008 Çarşamba

Ciğerci Kedisi - Orhan Veli Kanık

uyuşamayız seninle yollarımız ayrı;
sen ciğercinin kedisi ben sokak kedisi;
senin yiyeceğin kalaylı kapta;
benimki aslan ağzında;
sen aşk rüyaları görürsün, ben kemik
ama seninki de kolay değil, kardeşim;
kolay değil hani;
böyle kuyruk sallamak tanrının günü.
cevap
-ciğercinin kedisinden sokak kedisine-
açlıktan bahsediyorsun;
demek ki sen komünistsin.
demek bütün binaları yakan sensin.
istanbul'dakileri sen
ankara'dakileri sen...
sen ne domuzsun, sen!


Yazan : Orhan Veli Kanık

18 Kasım 2008 Salı

Atatürk'ü Duymak - Behçet Necatigil

Ulu rüzgarlar esmedikçe
Yaşamak uyumak gibi.
Kişi ne zaman dinç
Dalgalanırsa bayrak bayrak gibi.

Ne var şu dünyada ekmekten daha aziz?
Sürdüğün tarlalara sevginle serpildik,
Ekmek olmak icin önce
Buğday olmak gibi.

Silinir sözlüklerden sen hatıra geldikçe
Cılız sözler: usanmak, yorulmak, durmak gibi.
Kuvvettir yaptıkların her yeni yetişene,
Bir ışık-kaynak gibi.

En yakınlar zamanla fersahlarca uzak gibi;
Bir sen varsın kalacak, bir sen ölümsüz
Daha da yakınsın, daha da sıcak.
Bıraktığın toprak gibi.

Kaç Türk var şu dünyada, bir o kadar susuz:
Hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi.
Ancak senin havanda sağlıklar, esenlikler;
Olmaya devlet cihanda Atatürk'ü duymak gibi.


Yazan : Behçet Necatigil

Anılarda Bir Hayal Olmak - Faruk Onmaz

Anılarda bir hayal olmak
Birkaç damla mutluluktan sonra
Büyük bir hüzne dalmak
Kaldırılmak yüreğinde tozlu raflara

Rüyalar kısa sürermiş
Kâbuslarsa hiç bitmez
Ne yapayım garipler az gülermiş
Yine gark olmak varmış yalnızlıklara

Üzülme ben çekerim bu elemi
Bir katre daha arttırır ancak ömür çilemi
Durma sen de artık kır şu kalemi
Gömülsün tebessümlerim parmaklıklara

Ağlayın gözlerim ağlayın vakit ikindi
Dökülsün yüreğimden acı dolu damlalar
Ağlayın gözlerim ağlayın bu hüzün size indi
Ayrılıklar yüklendi sanki tüm 19 ocaklara

İşte gidiyorum ne adım kalır artık ne de sanım
İşte gidiyorum ama eksik kaldı bir yanım
Yer gök inlesin duyulsun her yandan inkisarım
Bunlar son feryatlarım işte gidiyorum ıssızlıklara.


Yazan : Faruk Onmaz

Gerçek Dost - Abdulkadir Güllü

İki türlü dost vardır, dost,
Ölümüne dost, öylesine dost.

Birinin içi ne ise, dışı da öyledir,
Diğerinin davranışı işine göredir.

Biri, özünden gelen güzel çehrelidir,
Diğerinin gerçek yüzü sözle perdelidir.

Birinin kalitesi, kaybedilince fark edilir,
Diğeri ise, fark edilince terk edilir.

Biri, birleştirici, yapıcı, gönlü alçaktır,
Diğeri, dosta mezar kazacak kadar alçaktır.

Biri, dar günde, karanlıkta hatırlanıp çağrılandır,
Diğeri, gün ışığında saklanıp kaybolandır.

Birinin yüzü, hayatın gizemine dönüktür,
Diğerinin ölçüsü mide, gerisi yüktür.

Biri, hayatı anlamlı kılan değerlere aşıktır,
Diğeri, nefsinde kaybolmuş yolu şaşıktır.

Biri, açıktır eleştiriye yanlışsa düzeltir kendini,
Diğerine kusur bulursan, çıldırır kaybeder kendini.

Biri, gerçek dosttur, ondan hiç çekinmezsin,
Diğeri, sadece yanındadır, ayrılınca darbe yersin.

Hayat, hilaf-ı hakikatı bir gün kusar dışına,
Görürsün; sahtesi, gerçeği, senin de çıkar karşına.

Sahte, gerçek anlaşılır, lakin tedbiri kim alır,
Geride hayretten büyümüş gözler, dövülen dizler kalır.

Anlaşılır boşa geçtiği ömrün, ama anlamak boşuna,
Bin pişmanlığın fayda vermediği işler gelmiştir başına.

Sahte dostun bini bir para, alan varsa!
Dünyayı vereceğim, eğer gerçeğini bulan varsa!..


Yazan : Abdulkadir Güllü

Akşam - Tahsin Çayıroğlu

Gün salarken kendini akşama,
Aksediyor ezan ard arda semaya.
Yaklaşan fecrin ufkunda,
Yaslanmış ruhum kızıl hülyalara..


Yazan : Tahsin Çayıroğlu

Replik - Mehmet Yalçın

Doğum Günü Çocuğuna

Hayat garip bir oyun.
Bizler aynı sahneden
Kolkola karanlıklara dadandık.
Oyunumuz gayet yasaldı.
Fakat bir o kadar masaldı.
Derken söndü ışıklar
Kör karanlık.
Tanrı'nın bir lütfu mu yoksa?
Güneş doğdu Kaf dağından
Ebruli aydınlıklara boyandık.


Yazan : Mehmet Yalçın

Anne - Abdulkadir Güllü

Anne, duy beni
Sen bir meleksin.
Kıymet, paha biçilmez
Büyüklüğüne
Yüreğine
Sözlerine…
Derdin, bizim derdimiz
Senin derdin yoktur.
Sen bizim için ağlar
Bizim için gülersin.
Bizim için bin defa
Öl deseler
Ölür
Yan deseler
Yanarsın.
Sen ne büyüksün
Anne...
Ben, sana bir şey vermedim.
Ama sen
Hayatını bana verdin.
Beni karnında taşırken
Başladım
Zarar vermeye.
İştahını kestim
Yedirmedim, içirmedim
Hatta
Kaybettin birkaç dişini.
Acımla kıvranırken
Aksatmadın işini.
Göz oldun
Kulak oldun bana.
Beni uyutmak için
Uykusuz kaldın.
Beni büyütmek için
Nelere katlandın.
Şimdi kocamanım
Sayende.
Okudum adam oldum
Sözde.
Seni yaşlandırdım.
Çileme katlandırdım.
Yetmezmiş gibi çektiklerin
Derdine dertler kattım
Anne...
Ama sen, hiç aldırmadın.
Bütün bunları yaşarken
Farkına bile varmadın.
Benim sıkıntılarım
Sende sukun buldu.
Ben daraldım
Sen genişlettin.
Ben sıkıldım
Sen rahatlattın
Anne...
Niçin bu kadar iyisin?
Mecbur musun katlanmaya
Bitmeyen kaprisime
Yalan-yanlış işime.
Geç kalınca eve
Uyutmadım seni.
Bazen açık, bazen gizli
Gelişimi gözledin.
Görmeden kapanmadı
Her akşam beni
Gözlerin
Anne...
Sen neden bu kadar iyi
Ve ben, neden bu kadar
Aldırmazım?
Aymazım.
Çok gözyaşı döktün
Benim yüzümden.
Ama hiç şikayet etmedin
Sana çektirdiğimden
Anne...
Bu nasıl duygu Allah’ım!
Katlanmak bunca acıya.
Hiç karşılık beklemeden
Bitmeyen sevgi
Bitmeyen sevmek
Annelik
Bu demek.
Gitti annem şimdi
Görmemek için
Benim acımı
Önden gitti.
O yok şimdi.
Ama, benim içim yanıyor.
Hem benden çektikleri için
Hem de
Onu kaybettiğim için.
Keşke şimdi dizinde yatıp
Başımı okşatsaydım.
Onun annelik kokusunu
Bir daha
Bir daha tatsaydım.
Ama imkansız
Şimdi.
Anne
Ne büyük acı
Seni düşünmek
Seni düşlemek.
Şimdi çok geç biliyorum
Ama, hiç olmazsa
Rüyama gel
Anne...
Dayanamıyorum.
Hasretliğin çekilmiyor
Sen yoksan evde
O ev dar geliyor.
Dar geliyor
Anne…
Hiçbir şey kapatmıyor açığını
Balın bile tadı yok
Senin olmadığın evde
Anne....
Ne olur! Helal et hakkını
Geç te olsa, kıymetini anladım
“Ana gibi yar olmaz” sözünün.
Sen affedersin
Evladını Affet
Anne.
İtiraf ediyorum.
Yaşarken kıymetini
Bilemedim
Bilemedim anne…


Yazan : Abdulkadir Güllü

Ayrılık Türküsü - Faruk Onmaz

Bu bir ayrılık türküsüdür
Gurbetin ücra bir köşesinden tüm dünyaya yayılan
Geçtiği her gönülde biraz umut ve biraz hüzün bırakan
Kederden yazıya, yazıdan yazgıya dönüşen
Ezelden ebede giden türküdür

Kimi zaman masum çocukların sessiz oyunlarında
Kimi zaman ihtiyarların dualı ağızlarında
Rüzgarla taşınır kulaktan kulağa
Yayılır nağmeleri diyardan diyara
Şarktan garba giden türküdür

Acılı vedalaşmalarla başlar ilk mısrası
Zaman yazdırır sonrasını kelime kelime
Nakaratı, bemolü, diyezi yoktur
Herkes yaşadığı gibi okur
Beşikten mezara giden türküdür

Karanlık bir odada yabancı bir yatakta başlar bazen
Beynini, benliğini ve gözyaşlarını emer sünger
Bazen kalacak yerin bile yoktur
Öylece beklersin boş gözlerle boş bekleyişlerle
Yuvadan yabana götüren türküdür


Yazan : Faruk Onmaz

Koşma - Tahsin Çayıroğlu

Gümüş kemer ince belinde,
Eğlenme yâr pazar yerinde.
Oyalı da mendil elimde,
Kavlimiz var alma dibinde.

Salman’ın yolları yokuştur,
Güzelin nazarı pek hoştur.
Emine'min sarı saçları,
Şu Ordu’nun içinde yoktur.

Gürgenin dalı bek m'olur,
Yârin sevdiceği tek m'olur.
Uludüz'den aşboğaz gelir,
Acep el kızı dönek m'olur.

Salmanbaşı sistir seçilmez,
Gelin yüzü tüldür görülmez.
Çayıroğlu'na el değmesin,
Aşk yaresi hardır geçilmez.


Yazan : Tahsin Çayıroğlu

Bütün Türk Gençliğine - Hüseyin Nihal Atsız

I

Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.

Iztırap çek inleme... Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da bir acizdir göz yaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın,
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.

Ezilmekten çekinme... Gerilemekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın,
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.

Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefkuresinden başka her varlığı unutan,
Kahramanlar gibi sen ebedi kalmalısın...

II

Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğse takılan bir çiçeksin;
Senin de bu dünyada nasibin var savaşmak!...
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.

Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla,
Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova, yayla...
Hayata ne biçimde geldinse bir borayla
Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.

KIZIL ELMA uğruna kılıç çekince kından,
Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından.
Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından.
Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.

Yüz paralık kurşunla gider 'HAYAT' dediğin;
'Tanrı yolu' uzaktır; erken kalk sıkı giyin.
Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin
Güzel Kızıl Elma'na varmadan öleceksin.

III

Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini,
Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına.
Işıksız kulübende boranın esişini
Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.

Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca;
Namert bir el arkandan seni vurur kadınca;
Bir gün sabrın tükenir... Silahını kapınca
Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına...

Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar,
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını 'Paris'e, 'Moskova'ya satanlar,
Küfür diye bakarlar senin dualarına.

Hey arkadaş!... Bu yolda ben de coşkun bir selim,
Beraberiz seninle, işte elinde elim.
Seninle bu hayatın gel beraber gülelim,
Ölümüne, gamına, tipisine, karına...

IV

Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,
Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.
Savaş... Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın,
Ne sevgili yanında, ne baba ocağında...

Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
'Çanakkale' ufkunda, 'Sakarya' toprağında.

Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra...
Doğru sözü 'Kül Tegin' kitabesinde ara...
Lenin'den bahsederse karşında bir maskara,
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.

Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!
Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...
Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?
Ruhlarımız buluşur elbet 'Tanrıdağı'nda...

V

Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin,
Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,
Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın,
Yorgunluğu gidermek serin bir su başında.

Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan?
Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak'tan.
Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan,
Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.

Bir çığ gibi yürürsün bir lahza durmaksızın,
Bir ilahi kaynaktan geliyor çünkü hızın.
Duyguların ölmüştür... Tapınılan bir kızın,
Bir füsun bulamazsın gözlerinde, kaşında.

Istırabı kanına kat da göz kırpmadan iç!
Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç...
Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç,
Bir şeyin olmayacak hatta mezar taşında...


Yazan : Hüseyin Nihal Atsız

Çoban Çeşmesi - Faruk Nafiz Çamlıbel

Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.

"Göynünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."

O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,
Kerem'in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

Ne şair yaş döker ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude cağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...


Yazan : Faruk Nafiz Çamlıbel

Sende Gittin Sudan Bahanelerle - Hasan Sami Bolak

Sen de gittin sudan bahanelerle
Kırılmış kâsedir gururum artık
Hergün selâmını göndersen bile
Uyku tutmaz oldu huzurum artık!

Sevgi boy vermezmiş yaban bağlarda
Kurudu diktiğim güller ard arda
Bir zaman şahinken ben şu dağlarda
Şimdi kanadımdan vurgunum artık!

Gittiğinden beri kalmadı huzur
Güllerde koku yok, gökyüzünde nur
Sensiz bilmem nasıl mutlu olunur
Dibine karanlık bir mumum artık!

Gönül avunmuyor, geçmiyor zaman
Ne bir aşk ateşi ne de bir duman
Bir kış ortasında kaldım ki aman
Ne yaşım yanıyor, ne kurum artık!

Yüzünde tel duvak, elinde kına
Gelin olup gittin bir başkasına
Kalsan… yıldızları verirdim sana
Avutmaz gönlümü sürurum artık!

Sen de gittin sudan bahanelerle
Neylesem kaderi yenmem nafile
Can düşmanı oldum mesafelerle
Seni sevmek benim kusurum artık!


Yazan : Hasan Sami Bolak

Gözlerin - Hasan Sami Bolak

Kimlere baktı böyle, bunca zaman gözlerin
Kimleri yaktı böyle, vermez aman gözlerin!

Bakma saf çocuk gibi, nemli mâsum tavrına
Kaatil bıçağından damlayan kan, gözlerin!

Yanağını ıslatan damlalar birer yalan,
Öldürür baktığını, sinsi yılan gözlerin!

Kor yanında gül kalır, yangınlar sönmüş alev,
Ne ocaklar söndürür, duman duman gözlerin!

Yalan döktüğü diller, yalan zümrüt bakışlar
Altın kadehte zehir, akrep çiyan gözlerin!

Ne insaf, ne merhamet, ne vefâdan eser var;
Ne din tanır, ne kitap, ne de iman gözlerin!

Yazan : Hasan Sami Bolak

Serenad - Ahmet Muhip Dranas

Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim sana.
Şeffaf damlalarla titreyen, ağır
Koncanın altında bükülmüş her sak.
Seninçin dallardan süzülen ıtır,
Seninçin karanfil, yasemin zambak...
Bir kuş sesi gelir dudaklarından;
Gözlerin, gönlümde açan nergisler.
Düşen öpüşlerdir dudaklarından
Mor akasyalarda ürperen seher.
Pencerenden bir gül attığın zaman
Işıkla dolacak kalbimin içi.
Geçiyorum mevsim gibi kapından
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

Yazan : Ahmet Muhip Dranas

Merdiven - Ahmet Haşim

Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...

Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

muttasıl = aralıksız
hafi = gizli
* Bu şiir, Haşim'in sembolist anlayış ile yazdığı başlıca şiirlerindendir.

Yazan : Ahmet Haşim

Akıncılar - Yahya Kemal Beyatlı

Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kaafilelerle...

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.

Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla...

Cennette bugün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde!

Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!.

Yazan : Yahya Kemal Beyatlı

Sessiz Gemi - Yahya Kemal Beyatlı

Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

Yazan: Yahya Kemal Beyatlı

İstiklal - Marşı - Mehmet Akif Ersoy

- Kahraman Ordumuza -

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar - ki şahâdetleri dinin temeli -
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder - varsa - taşım,
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!

Yazan : Mehmet Akif Ersoy

Çanakkale Sehitlerine - Mehmet Akif Ersoy

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya'yla beraber bakıyorsun; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,

Maske yırtılmasa halâ bize affetti o yüz...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

Bu göğüslerse Huda'nın ebedi serhaddi;
"O benim sun'-i bediim, onu çiğnetme" dedi.

Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber'i kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.

"Bu, taşındır" diyerek Ka'be'yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin'i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

Yazan : Mehmet Akif Ersoy